Aslında bu yazımda Mart ayının sonunda yapılacak olan belediye seçimlerini yazacaktım. Amma, Gazze direnişi, en başta saldırgan ve katliamcı İsrail’i şaşırttığı gibi bu savaşta İsrail’e sonsuz siyasal ve askeri destek veren Amerika Birleşik Devletleri’ni, Almanya’yı, İngiltere’yi ve Fransa’yı da şaşırttı. Nasıl olur da bu kadar çok yönlü bombardımana, okul, hastane, cami, kilise, pazar yeri, fırın önü, yol demeden, çoluk çocuk, kadın hasta demeden Gazze’de her şeyi ile bombalayan bir güç, bu kadar savunmasız insanları yenemedi? Bu durum İsrail’i çileden çıkardığı gibi Amerika Birleşik Devletleri’ni de çileden çıkarıyor. İşte bunun için belediye seçimlerini bir başka yazımıza bırakmak istedik.
Ancak yine de belediye seçimlerine bir giriş yapmak istiyorum. Zira son 5 yılda belediyelerin çoğunun doğru dürüst hizmet yapmadığına, icraat yerine siyasetle ilgilendiğine şahit olduk.
Belediye başkanlarını da siyasal partilerine göre seçtiğimize göre, belediye başkanlarının siyaset yapmasını neden yadırgadığımızı merak edebilirsiniz. Doğrudur, belediye başkanlığı siyasidir, lakin, belediyecilik ve belediyenin hizmetleri siyasi olamaz.
Her seçimde bir aday veya bir parti mutlaka seçimi kazanmak için vaadlerde bulunacaktır. Seçim böyle kazanılır. Amma bizim belediyeci siyasetçilerimiz verdikleri vaatleri çok kolay unutabiliyorlar.
Bir de uçan, havada tutulamayan vaadler var ki sormayın gitsin. Hiç belediyecilik yapmayan siyasetçilerin vaadlerindeki yüksekten uçmalarının en önemli sebeplerinden birisi hiç kuşkusuz bu siyasetçilerin “Belediye bütçesi nedir?, Bu bütçe ne kadar olur?” ve en önemlisi de “Belediye bütçesi kaynakları nelerdir, bu bütçe nerelere harcanabilir?” gibi soruların cevaplarını önceden araştırmamış olmalarıdır. Aaah, bu soruları önceden bir araştırsalar, uçuk uçuk vaatler vererek seçim sonrasında rezil olmamak için daha makul taahhütlerde bulunabilirler.
Şimdi geçelim, diğer konumuza. Şu Gazze ve Gazzelilerin direnişine.
Her şeyden önce vatan savunması kadar yüce bir eylem yoktur. Gazzeliler işte bunun en iyi örneğini verdikleri için, binlerce ölseler de, ölümleri ile, cesetleri ile direniyor, İsrail saldırganlığına karşı.
Düşünün bir kere, zaten en az 20 yıldan beri bir açık hava hapishanesinde yaşıyorsunuz. Birleşmiş Milletler genel Sekreteri de olsanız, Almanya Başbakanı, ABD Başkanı ya da İngiltere Başbakanı da olsanız, bir İsrailli askerin, sizi aşağılayan bakışının altında size okey vermemesi durumunda o Gazze’ye giremezsiniz bile.
Her türlü silaha sahipsiniz. Uçaklarınızın, tanklarınızın mühimmat diye bir derdi yok. Dünyanın en büyük ordusu olan ABD’nin ve İngiltere’nin her türlü mühimmatını emen alabiliyorsunuz. Hedef kaygınız yok. Cami, okul, kilise, hastane, ambulans her şeyi vurma, herkesi öldürme, herkese işkence yapma hakkınız var. İstediğiniz kadar öldürebilme yetkiniz bulunuyor ve bunu da insanlıktan utanmadan gerçekleştirebiliyorsunuz.
Öldürdükçe öldürüyor, yıktıkça yıkıyor, suyu kesiyor, gıda akışını kesiyor, tarım alanlarını yakıyorsunuz ama bir türlü Gazze direnişini kıramıyorsunuz.
Kıramayacaksınız. Kıramayacaksınız, kıramayacaksınız.
O yetmiyor. Gazzelilerin hepsini, Sina yarım adasına sürelim diyorsunuz. Bu da yetmiyor, taa Afrikalara gidip, Kongo, Çad ve Uganda gibi ülkeleri tehditle Gazzelilerin hepsini alın diyorsunuz ama Gazzeliler “2 Milyon olarak ölüme de hazırız ama, Gazze’yi terketmeyeceğiz” diyor.
İsrail bu direniş karşısında nasıl çılgına dönmesin. Ama unutmasınlar, çocukların, bebeklerin, kadınların ahı tutar bir gün.
İnsanlıktan utanmıyorsunuz amma, işte o mazlumların ahı, sizi en güçlü olduğunuz bir anda aynen bu şekilde dünyaya rezil eder.
İsrail bunu, kendi güvenliği için gerekli diye bize yutturmaya çalışıyor ya. Acaba şimdi daha da mı güvende? Hayır, İsrail bunca yıkıma, öldürmeye, katliama ve Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransız desteğine rağmen 7 Ekim öncesinden daha da zayıf. Gazzeliler, bunca katliama rağmen daha da güçlü. İnanmayan Gazze’ye bir baksın.