MİSAFİR KALEM
İlhan Bilgü
Cuma namazının kılındığı bir sırada bir caminin bombalandığını düşünün. Bu hainane alçakça saldırıyı kimin yaptığına ihtimal verirsiniz? Elbette ki İslam düşmanı bir grubun yaptığına inanırsınız. Sonra, o kargaşa içinde can havliyle kaçışmaya çalışan çaresiz insanların üzerine acımasızca kurşun boşaltıldığını, 30 kadarının çocuk olduğu 305 kişinin bir anda öldürüldüğünü duydukça o şeytanî katiller hakkında ne düşünebilirsiniz? Ama maalasef, Müslümanların bir camide namaz kıldığı anda bombalanması ilk defa olmuyor. Bunun nasıl olabileceğini düşünmenize de gerek yok. Zira daha geçen hafta o vahşeti Mısır’ın Ariş kentinde Ravza camiinde yaşadık.
Aslına bakıldığında camilerin bu şekilde hedef olmasının ve yüzlerce Müslümanın Rabblerinin huzurlarına çıktığı bir anda öldürülmelerinin bir kaç açıdan incelenmesi gerekiyor.
Fakat burada en önce dikkatlerinizi çekmek istediğimiz konu katillerinin kimliğidir. Katillerin hepsi de bu katilliği sadece kendilerinin “en iyi Müslüman oldukları”iddiasıyla yapıyorlar. Yani bu katiller Allah rızası için, Allah’ın “Cuma günü namaza çağrıldığınızda Allah’ı zikretmek üzere namaz kılmak için camiye koşuşun!” emrine uyan bu Müslümanları öldürmekten zevk alıyorlar.
İşte böylesi bir din anlayışı, o saldırıda 300-500 insanı öldürmekten daha tehlikeli bir anlayıştır. Bu anlayış, ne Peygamber Efendimizin din anlayışı ile ne de 1440 yıllık İslam anlayışı ile bağdaşmıyor. Bu adamlar nasıl ve hangi ortamda yetişti de, Müslüman öldürmeyi Allah’ın rızasını kazanmanın en rahat yolu olarak gördüler? Bu soru, Müslümanların cevaplandırması gereken en önemli sorudur.
Meselenin ikinci boyutu, bu katliamların kime ne kazandırdığı sorusudur. Şurası kesindir ki, bu katliamlar önce Müslümanlara zarar vermekte, sonra da dünyada ne kadar İslam düşmanı var ise, o düşmanları tek tek sevindirmektedir. Baksanıza, bugün, Londra’da, New York’ta, Paris’te Berlin’de bir terör saldırısı olduğunda dünyayı ayağa kaldıran Batı dünyasının, Somali’de, Pakistan’da, Irak’da, Suriye’de camiler bombalandığında terörün önlenmesi konusunda her hangi bir önlem alma girişimine şahit olabildiniz mi? Ah vah demekten başka bir şey yaptıklarını duydunuz mu? Üstelik, hem Batı dünyasında hem de İslam dünyasında terörü yapanların sıfatlarının aynı olmasına rağmen. O sıfat İŞİD veya DAEŞ sıfatıdır.
İşte bu DAEŞ canavarının, İslam dünyasında açtığı tedavi edilemez derin yaranın daha da derinleşmesi isteniyor. Hadi diyelim ki, bu Batı dünyasının çifte standart uygulamak karakteristiğidir de, ya sözde İslam ülkelerine ne oluyor? Bu vahşilere karşı nasıl da sessiz sessiz izliyorlar olayları.
Bu arada siyasal anlaşmazlıklarına rağmen Türkiye’nin Mısır’daki olayla ilgili olarak ulusal yas ilan etmesi ve olayı en sert şekilde kınaması bu sessizliği delen tek ses oldu. Bu sessizliğe bürünen ülkeler sanmasınlar ki, DAEŞ belası ne Irak’ta, ne Suriye’de ne Mısır’da durup dururken ortaya çıktı. Bir gün ansızın başka ülkelerin başına da bela olabilir. DAEŞ’in tek hedefinin Müslümanlar olduğunu bilmeyen kalmadı. Unutmayalım, adı DAEŞde olsa, kendilerine (henüz) dokunmadığı için sessizce duranları, terör bir gün gelir bulur. Aynı şekilde, Türkiye’nin dört bir yandan terörün hedefi haline gelmesi karşısında sesini çıkarmayan, belki de aksine teröristlere her türlü desteği verenler, bir gün bu terör canavarının kendi kapılarını çalabileceğini unutmasınlar. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste, atasözü misali, terör karşısındaki sessizlik ve suskunluk sahibine zarar verecektir.