Mekanın cennet olsun kardeşim
Ağır bir covid tedavisi görmüşüm; felç olmuşum, kör olmuşum, başıma gelmeyen, kalmamış resmen…
Hastane serüvenlerim bitmiş ve evime gelmişim nihayet… İnat ile spor yapmışım. Doktorların dediklerini kendime rehber edinmişim; ne zaman başım daralsa, o kadirm ve herkese gerekli olan DOST, Dr Metin Küçük, her zaman yardımıma koşmuş, gün be gün…
Artık, gözümün önünde durmakta olan yürütecime bile ihtiyacım kalmamış. Adım atarken, durumu iyice abartmışım ve yürür hale gelmişim.
Şükürler olsun… Ne güzel, ne mutlu…
O zor dönemlerimde; en yakın dostlarımın ve yakınlarımın bile arayıp, halimi sormadıkları anlarda, (yasak olmasına rağmen) yoğun bakım odama gelerek, bana moral veren, gönül alan ve yanında getirip, çaktırmadan yatağımın baş ucuna bıraktığı çerezleri “bunları ye ve güçlen” diyen, Zortul Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Murat Zortul ile beraberinde gelip, giden gazeteci dostum Necmi Işıksal, yeniden hayata tutunabilmem için resmen doping yapmışlardı.
Lüleburgaz Devlet Hastanesinde, senelerden beridir dahiliye uzmanı olarak, tedavimi üstlenen Dr Ozan Gerenli (öyle çok emekleri vardı ki üzerimde) son günlerde iyice azan covid vakaalarının artması ile birlikte, kaldığım odamın 10 mt ilerisine kurulan (covidli hastalar tedavi servisi) nedeniyle, sürekli olarak huzursuzluğunu söyleyip, duruyordu.
Öyle ya; bir kez daha virüsü kapsam, zaten defalarca ölüp, geldiğim dünyaya yeniden dönebilmemin imkanı yok…
“Hastane riskini ortadan kaldırabilmek için, kiralanan eve çıkıyorum. Hastanede bakımımı üstlenen Geriatri hasta bakım şirketi personeli de, adeta üzerime titriyorlar!
Fakülte hastanesinde başlayan özel bakıcı ile tedavi günlerime, Lüleburgaz devlet hastanesi ve özel olarak kiraladığımız evimde de, özel bakım ekibi ile yola devam ediyoruz, o günlerde…
(Ümit Cona ve ekibine, bu vesile ile teşekkürler ediyorum. Allah razı olsun hepsinden…Fakültede özel bakımımı sağlayan gençlerden de aynı şekilde)
İnat ettim, azmettim ve yürüteç ile bile olsa, 50 mt kadar ilerideki bakkala , bin bir zahmet içinde gidiyorum.
O ızdırap bile bana öyle bir moral oluyor ki; hastanede, iki görevlinin, omuzlarımdan tutarak, diğer yana çevirdikleri geliyor aklıma…
“Şükürler olsun” diyorum, kendi kendime…
Salon Nehir var az ileride. Ayşe ‘ nin dükkanının önüne kadar gidiyor ve soluklanıyorum. Maksat, temiz hava alabilmek. “Bakın ey millet! Ölmedim ben işte! Bakın hatta kendi başıma ‘yürüteçle de olsa) bakkala bile gidip, gelebiliyorum” deme modundayım, anlayacağınız…
Bakkaldan aldığım plastik su şişelerini, tutmayan ellerimle açamıyorum. Deniyorum, yok. Olmuyor işte…
Yürüteç ile yürüyorum, ev içinde de ama aman Allah’ım!” Yokluyorum ki, ayaklarım ve dizlerim yok benim! Onları hissedemiyorum… Üzerine basıyorum, birden bidre gücüm gidiyor ve düşüveriyorum…
(O şekilde, yani bacaklarımı hissetmediğim için, market önünde, cadde ortasında kaç kez düştüğümü, kanayan dizlerimi tutmaya çalıştığım ellerimin nasıl kan revan içinde kaldığını, bugün bile unutamıyorum…
Artık, en azından yazı yazabilecek duruma geldiğim günlerde de,Mirat Zortul (abi) evimin önünde beyaz bir araç ile belirivermişti. Uzattığı araç kontak anahtarlarına bakınca, gözlerim doluvermişti birden…
Daha henüz, yürüteci yeni bırakan biri için, bir otomobilin anahtarlarını alması, nasıl bir duygudur, varın hesaplayın işte )
Hastanelere giderken, o araç ile ve rahatça gidip gelirken, Murat Abi ‘ me de, dualar ediyorum.
Bir kıs günüydü. Tam da, kamu kuruluşlarında mesai saatlerinin sona erdiği saatler. Araba ile evin önüne geldim. Ama araç parketmek için gram yer yok! Başladım, cadde etrafında turlamaya…
Sanırım, üçüncü turda da, tam kapı önündeki bir aracın çıkmakta olduğunu görünce, az ileride beklemeye başlamıştım.
Araç girdince de, geri geri gelerek, park etmeye çalışıyordum ki; aniden feryadlar işitmeye başladım..!
(Araç kullanmaya başlamışım ama halen bacaklarım yürürken beni taşımakta zorlanıyordu)
Aracı parkettim ve ne olduğuna bakmak üzere aşağı (bir hayli zorlanarak) indim. Baktım ki; tam da bizim apartmanın önündeki (kilitli) kapıya hücum ederek, içeri girmeye çalışan, bir yandan da
Çığlıklar atan genç bir kadın var!
Ben ve çevredekilerin daha “ne olduğunu anlayamadan) arkasından yetişip, gelen ve elinde kocaman bir kama bulunan adam tarafından bıçaklandığını gördük..! Kadıncağız, kanlar içinde yere yıkılırken, kendisini bıçaklayan adam da, hemen üzerine yıkılıyordu…
Düşünün ki; öyle bir anda siz olsanız, ne yapabilirdiniz?
Müdahale etmeye kalksam, ayakta zor duruyorum. O halimle de, adamın gözü kara olduğu için, kadıncağızı öldürdüğü gibi; beni de harcamaya çalışacak…
(Keşke, imkan olsaydı da, en azından o kadıncağız kurtulsa ve gerekirse ben harcansaydım) dediğim anlar o kadar çok olmuştu ki…
Park yeri bulmuş olsam, daha önce eve girebilsem (kaldığım daire hemen giriş katında ve eve gelince de, entübede boğazıma takılan ve haftalarca kalan hortumun bıraktığı yaralardan dolayı zor nefes aldığımdan dolayı, hemen balkona çıkıp, orada oturuyordum…
Ben balkondayken kadıncağızı kovalayan adama, sandalye filan atarak, belki de ölümünü engelleyebelecektim…
Olmadı işte..! Kahretsin! Olamadı…
Az önce, takıntılı bir sapık tarafından acımasızca katledilen kadının cesedi kanlar içinde yerde yatarken, yarım metre mesafede durumu izlemekte olan ve boyu iki metreye yakın olan delikanlıya soruyorum :
“Oğlum be! Sen görmedin mi bu cinayeti?!”
“Görmez miyim abi?! Hemen buradaydım. Ne olduğunu anlayamadan, aniden katletti kadıncağızı…” diyordu.
Ve de şöyle ekliyordu;
“Abi be! Diyelim ki, farkettim ve müdahale etmeye kalktım! Geçenlerde benzer bir durdumda. Olaya müdahale eden ve saldırganı kaza ile öldüren genç adamın başına gelenleri de bilmiyor değiliz! Ya ben de katil olsaydım ?!” diyor. Kan beynime sıçrıyor..! Resmen deliriyorum…
Hemen yan tarafta bulunan genç kıza aynı soruyu soruyorum;
“Gördüm beyefendi! Ama, kadını öldüren adam 1.80 boylarındaydı. Benim boyum 1.60 ve 65 kiloyum! Nasıl gücüm yetsindi ki? “ dedi.
Sonda da “Ama, cinayet anında video çektim! Gerçi, onuda delil olması için elimden aldılar!” dedi.
“Nasıl bir dünyada yaşıyoruz biz Allah’ım?!” diyerek, içeri girdim…
Ertesi günü kadıncağızın cenazesi vardı. Kalkıp, zar zor camiye gittim. Nasıl bir acıydı bu Allah’ım ?! Nasıl bir insafsızlıktı ve vicdansızlıktı?!
O akşam, kapım açık ve zaman zaman da, rahat nefes alabilmek için mecburen çıktığım balkonumdan, yarım metre ileride katledilen ve halen de düaştüğü yerde kanının bulunduğu kadıncağızın ölümünü hatırlayıp, hatırlayıp, içim acıya acıya ağladım, sabaha kadar…
“Bir varmış, binr yokmuş!” dedim…
Sabah, balkona çıktığımda, kurumakta olan kanların önünde, ağlayarak dualar eden bir genç adam gördüm! Öğrendim ki, eşiymiş… Üstelik te, yeni evlenmişler…
Katledilen genç kadının yaşadığı evi de, benim mahallemde ve hemen arka taraftaymış.
Aynı apartmanda oturan bir komşusu ile sohbet ediyoruz. Anlatıyordu;
“Bu adam, bir iş için belediyeye gittiğinde, kızcağızı görmüş ve takıntı haline getirmiş! Evli ve çocukları da var adamın. Ama laf dinlemiyor işte! Sapık ve madde bağımlısı sonuçta…
Kızcağız polise giderek, defalarca uzaklaştırma aldırmış. Faydası mı olmuş ? Hayır!
Hayat dolu bir kızcağızdı. Birgün, kendisine musallat olan adamın, madde kullanımından veya benzer bir suçtan dolayı cezaevine girdiğini öğrenmiş. Kapı kapı dolaşarak, lokma dağıtmış mutluluktan! İkinci evliliğini de yapmış o arada. (Belki, daha güvende de olurum diyormuş. Mekanı Cennet olsun…)
Sonra, 2 sene kadar cezaevinde kalan adamın, tahliye olduğu haberi ile aniden yıkılmış, kadın ve kocası…
O kadar da mutlu bir yuvaları varmış ki, herkes görüp, imrenirmiş.
Kadın belediyede memur olarak çalışıyor. İş yeri ile evi arasındaki mesafe yaklaşık 3 km kadar filan.
Kış mevsimi olduğundan dolayı da, hava erken kararıyor! Eve gidene kadar da, risk giderek çoğalıyor.
“Daha güvenli ve aydınlık olur” düşüncesi ile yolu uzatarak, daha kısa olan ara yol yerine, benim evimin bulunduğu caddeden yürümeye karar veriyor.
Tam bizim apartman önüne yaklaştığında arkasına bakıyor ve belinden çıkardığı kılıç gibi bir kama ile adam arkasından hızlı hızlı yürüyor!
Panikleyen kadın; bizim apartmanın bahçesine giriyor. Belki, apartman kapısından içeri girse ve kapıyı içeriden kilitlese, kendini güvende hissedecek düşünceni kapılarak, (her zaman ardına kadar açık duran o demir kapı) bijr türlü açılmıyor!
Adam tam da o arada, hemen arkasında beliriyor. Elinde kocaman bir kama ile…
Kadıncağız can haliyle çığlıklar atarken, adam elindeki kama ile saldırıyor… Sonuç malım…
Namusuyla yaşamaya ve ayakta kalmaya çalışan genç ve herkesin sevip, beğendiği o kadıncağızın katledilişi sonrasında, kenarda, köşede, markette filan, ciğeri beş para etmez birileri atıp, tutuyorlar;
“Kadın da adamı seviyormuş eskiden! Ayrılınca, adamın nevri dönmüş! Madde bağımlısı filan olmuş…!”
Bir diğeri söze karışıyor; “Kadının da adamda gönlü olmasaydı, adam bunca peşinden koşar mıydı?!”
Kendimi tutamıyor ve bağırıyorum;
“Siz, hayrola yaaa! Nasıl bir yaratıksınız böyle?! Kadıncağız, namusunu koruyabilmek üzere, bir … den kaçarken, hunharca katledilmiş! Sizler de kadınsınız! Utanmıyor musunuz? Ölen, hatta öldürülmüş bir kadıncağıza iftira ederken, hiç mi içiniz kavrulmuyor?! Bu mu sizin insanlığınız? Beter olun !!!” diyorum
Böyle biracının ardından, birkaç kendini bilmez yaratığın da, bu şekilde iftiralar atmaları, bilip, bilmeden senaryo yazmaları, nasıl bir ruh halidir ki?!
Yazıklar olsun..!
Şu acımasız dünyada; bir masum ve günahsız kadın daha, östelik henüz hayatının baharında katledildi! Yine ne acıdır ki; bu tür haberleri yazarken bile içinde fırtınalar kopan ben; buna düpe düz şahid olmuştum!
Ben, dışardan olayı gören biri olarak bunca acıyı halen içimde taşıyorum. Ailesi ve yakınları ne yapmışlar veya yapıyorlardır, bilemiyorum…
Geçenlerde; belediyeye fatura ödemek için gittiğimde, kızcağızın çalıştığı birime giderek, baş sağlığı diledim. Olayın, benim balkonumun hemen altında olduğunu ve yetişemediğim için halen uyku uyuyamadığımı söyledim. Cok üzüntülüydüler hepsi de normal olarak…
Bir tek şeye üzüldüm ve halen de üzülüyodrum bu arada;
“Ölen veya özellikle öldürülen insanlara yapılan anma ve yapılan dualar, çalıştıkları yerlerde değil de, katledildikleri yerlerde yapılırdı!
Birkaç kez hatırlatmama rağmen, çok da bir yararı olmamıştı!
Birkaç tane karanfil alsalardı ve katlediği yere gelerek, birkaç dua etseler ve oracağa bıraksalardı, çok daha yerinde olurdu diye düşünüyorum hala…
Mekanın cennet olsun kardeşim…
Mekanın cennet olsun…