Günlük hayatta bir Müslüman açısından söz ya da fiil anlamında bütün eylemlerde en fazla dikkate alınması gereken husus kul hakkı duyarlılığıdır. Çünkü Allah kendisine ait hakların ihlalini kulun samimi tevbe etmesi halinde affedebilmektedir (Tahrîm, 66/8). Kul hakkı, Allah’ın af kapsamı dışındadır. Hz. Peygamber hadislerinde de bunu ifade eder (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 240). Hatta hiçbir mazeret de kul hakkını düşürmez. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.) kul hakkını ihlal edenleri müflis olarak nitelendirmiştir (Müslim, “Birr”, 60):EbûHureyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sahabeye ‘iflas eden adam’ kime derler diye sormuş onlar da ‘parası ve malı olmayan’ kişiye derler YâRasûlallah! diye cevap vermişler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ümmetim içinde gerçek müflis şudur. Bir adam hesap günü tuttuğu orucu, kıldığı namazı ve verdiği zekâtıyla, keza şunun bunun şeref, namus ve haysiyetine dil uzatmış, ona buna iftira etmiş, falanın filanın malını yemiş geçmişiyle birlikte Allah’ın huzuruna getirilir. Hesap için oturur. Başkalarına yaptığı bu tür haksızlıklarının karşılığını ödemek üzere sevaplarından alınır hak sahiplerine verilir. Bir de bakar ki hak sahipleri sırada olduğu halde sevapları tükenmiş. Bu sefer onların günahları alınır onun sırtına vurulur. Sonra da cehennemi boylar. İşte ‘iflas eden adam’ budur.” diye cevap vermiştir (Buharî, “Edeb”, 102; Müslim, “Birr”, 60; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 202, 224, 272). Yine Hz. Peygamber kul hakkının hassasiyetine dikkat çekmek üzere şöyle buyurmuştur: “Kimin üzerinde din kardeşinin şeref ve haysiyeti ya da malıyla ilgili yaptığı bir haksızlıktan / zulümden doğan bir hakkı varsa, altın ve gümüşün / paranın pulun geçmediği hesap günü gelmeden evvel, o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı haksızlık miktarınca sevaplarından alınır o hak sâhibine verilir. Şayet iyilikleri yoksa haksızlık yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir” (Buhârî, “Mezâlim”, 10, “Rikâk”, 48.)Buna göre herkes ağzından çıkan söze, dilinden düşen kelimeye dikkat etmek zorundadır. Aksi takdirde dili, değirmen gibi sevaplarını öğüten ya da ateşin odunu kül ettiği gibi sevaplarını yakıp yok eden, günahlarını arttıran bir organa dönüşebilir.Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamberin hadislerinde söz ve eylemlerin tamamının kayda geçtiği, bunlardan her birinin mutlaka hesabının verileceği belirtilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:“İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken biz ona şah damarından daha yakınız. Onun yanında ağzından çıkan ne varsa alıp titizlikle kayda geçen dikkatli bir gözetleyici vardır!” (Kâf, 50/16-18).Bu ve benzeri ayetlere göre hayır ya da şer ifade eden her söz veya eylem, hesabının görülmesi için (Bakara, 2/110; Zilzâl, 99/7-8) kayda geçmektedir (İsrâ’, 17/13-15). Ahiret yurdunda taraflar birbirlerinden kaçmaması için (Abese, 80/33-42) söyledikleri ya da söylemedikleri sözlerine ve yaptıkları ya da yapmadıkları davranışlarına dikkat etmek, birbirlerini incitmemek durumundadırlar. Bu sebeple insan sözünü söylerken ölçüp biçip ona göre söylemelidir. Çünkü kişi sözüyle ya günahını ya da sevabını arttırmaktadır. Buna göre söz, küfür, hakaret vb. içerikte olmamalıdır. Müslümana sövmek kul hakkı olduğu kadar aynı zamanda Hz. Peygamber’in hadisinde belirttiği üzere Allah’a isyan ifade eden büyük günahtır (fısk) (Buhârî, “Îmân”, 36, “Edeb”, 44, “Fiten”, 8; Müslim, “Îmân”, 116; Tirmizî, “Birr”, 51…)Hz. Peygamber’in şu iki hadis-i şerifi konumuz açısından son derece önemlidir:“Sizin hayırlı olanınız, daima söz ve eylemlerinden hayır çıkacağı umulanlar ve kötülüğünden emin olunanlar; kötüleriniz de hayır beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayan insanlardır.” (Tirmizî, “Fiten”, 76; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 368, 378).“Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhârî, “Rikâk”, 23; Müslim, “Îmân’”, 74; “Edeb”, 123; Tirmizî, “Kıyâmet”, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 174, 267, 433).Bu hadisin açıklamalarında İslam âlimleri şu hususların altını çizerler: Kişi söylemeden önce sözünü iyi tartmalıdır. Eğer farz veya mendup (terkedilebilirse de yapılması tavsiye edilen tutum ve davranışlar) derecesinde bir hayrı gerçekleştirecek içerik taşıyorsa onu konuşmalıdır. Şayet haram veya mekruh ölçülerinde bir muhtevaya sahip olup bu yönüyle bir hayır getirmeyecekse o söz konusunda dilini tutmalıdır. ‘Söylenebilir de söylenmeyebilir de’ kabilinden bir eşitliğe sahipse konuşmak mübah olsa bile harama ya da mekruha sebep olma riski göz önünde bulundurularak asıl olan bu tür sözlerin söylenmemesi, tutulmasıdır (Bk. Nevevî, el-MinhâcşerhuSahîhi Müslim b. el-Haccâc, Beyrut 1392, II, 19-20).Dürüstlük İlkesine Riayet Edilmelidir Dürüstlük, üst değerdir ve müslüman açısından hem dünya hem de ahiret yurdu için en değerli sermayedir. Bazı âlimler dilin doğruyu söylemesini mutluluğun ilk basamağı kabul ederler (Mâverdî, Edebü’d-dünyâve’d-dîn, Kahire 1986, s. 261).Bu açıdan sözde aranan doğruluğudur. Doğruluk güzel ahlakın en önemli ölçütüdür. Hz. Peygamber yalan söylemenin iman ile bağdaşmayacağını haber verirken (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 5) yalanın feci sonucunu da şöyle izah eder: “Yalandan sakının. Çünkü yalan ahlaksızlığa kapı aralar, o da cehenneme sürükler. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında büyük yalancı diye damgalanır” (Müslim, “Birr”, 103-105; EbûDâvûd, “Edeb”, 80; Tirmizî, “Birr”, 46; İbnMâce, “Mukaddime”, 4, 5, 7; Mâlik, el-Muvatta’, “Kelâm”, 16)Sosyal medyada verilen bilgiler ve yazılan yazıların bu ilke doğrultusunda yayınlanması gerekir. Sık tekrarlanan yalanlar Allah katında “kezzâb” (büyük yalancı) olarak damgalanmaya sebep olur. Nizamettin Okutan Şu son zamanlarda insanların üç kağıtçılığı zeka; başkasına hakareti ve aşağılamayı kahramanlık; rüşvet alıp vermeyi en iyi hizmet; haksız yere başka insanların el emeklerine, göz nurlarına, malına, mülküne ve parasınael koyabilmeyi veya işçisine az ödeme yapmakla övünmeyi de işini iyi bilen tüccar, işadamı, sanayici olarak tanır olduk.Tabii, bu arada hiç çalışmadan, alınteri dökmeden maaş almak isteyen işçi ve memuru da bu arada unutmayalım.Ama ne var ki, bir de bunun öbür dünyası var. Hah, işte tam da burayı unuttuk. Bakın, bu dünyada ne yapıyor ne işliyorsak, bunun karşılığını tam olarak öbür dünyada alacağız. Veya ödeyeceğiz. İstesek de istemesek de Rabbimiz bunu bizden söke, söke ve bağırta bağırta alacak, hakkı olan diğer insanlara, yani kullarına ödeyecek. İster buna inanırsınız isterseniz inanmazsanız. Ama, biz Müslümanlar bunun böyle olduğuna inanıyoruz.Biz niye böyleyiz, veya biz niye böyle olduk diyebiliriz.Galiba, biz her şeyden önce Allah’ı unuttuk sonra da Allah’ın kullarına karşı Müslümanca davranmayı.Hani bizim bir “kul hakkı” diye bir tabirimiz vardı ya,tam da onu unuttuk. Öyle ya, Allah’ı unutursak kulunu da, kullarını da, yarattığı diğer bütün mahlukatı unuturuz.Müslümanlar olarak inanıyoruz da, bu inandığımızı kalbimizin derinliğine yerleştiremiyoruz. Yani biz, “Kul hakkını Allah’ın bile affetmeyeceğini” biliyoruz da, hâlâ kul haklarını ihlal edip duruyoruz, bununla da hava atıyoruz.Yok be kardeşim! Biz unutsak da Allah unutmaz. Mazlumun, mağdurun, yetimin, ihtiyaç sahibinin, çalışanın, çalıştıranın, vazifesini bihakkın yerine getiren memurun ve amirin hakkını Allah unutmaz.Kul hakkı dediğimizde aklımıza ne gelmeli? diye sorabiliriz. İnsan olan her yerde aklımıza, o insanı incitecek, aşağılayacak, kalbini titretecek, ürkütecek ne varsa hepsi desem yeridir.İslam ansiklopedisinde “İnsanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, mânevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmakta ve bunlara yönelik olarak yapılan kötülükler, verilen zararlar kul haklarına tecavüz sayılmakta” denilmektedir.Biz daha işin bu kısmını halledememişiz, o ansiklopedi bir de buna şunları eklemesin mi!: “Belli bir kişiye verilen zararlar yanında zimmet, irtikâp, karaborsacılık, fitne, idarî baskı ve zulüm gibi ammenin maddî ve mânevî haklarına ve menfaatlerine, huzur, güvenlik ve refahına zarar verme sonucunu doğuran her türlü faaliyet de çeşitli âyet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda kul hakkına tecavüz sayılıp yasaklanmıştır.”Aman Allahım! Bu da yetmiyor muş gibi, aynı ansiklopedi kul haklarının takipçisinin bizzat Allah olacağını eski dönemlerde yaşamış Müslüman alimlerin hükümlerinden bize anlatmaya çalışmış:“Öte yandan kul haklarına dair hükümler aynı zamanda Allah’ın koyduğu hükümler olduğundan bunlar da geniş anlamda hukûkullah içinde görülmüş ve bu hakların gözetilmesi Allah’ın emrine saygı olarak değerlendirilmiştir.”Özeti şu: Bakın, o aşağılamaya çalıştığınız, hakaret ettiğiniz, emeğinin karşılığını, bir punduna getirerek, kanunlara da uyuyor diyerek vermediğiniz, korumasız gördüğünüz birine karşı yaptığınız her davranışın hesabını bizzat Allah görecek. Zannetme ki, sana o anda güçsüz ve çaresiz olan o kulun hakkı senin kazancın olacak. Yok öyle. Sen şimdi bunu bir kazanç olarak görebilirsin ama, asıl kazanan o mağdur olan kul olacak.Ne zamandı bilemiyorum. Bir Cuma günü hutbede şunları duymuştum:“Peygamber Efendimiz bir gün, ashâbına “Müflis kimdir biliyor musunuz?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Malını mülkünü kaybetmiş, iflas etmiş kimsedir YâResûlallah” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurdu: “Aksine gerçek müflis şu kimsedir: Kıyamet günü kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını dövmüştür. İhlâl ettiği bu hakların karşılığı olarak onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.”Ey zenginler! Başkasına hakaret edenler, küçümseyenler. Makamını, baskı ve rüşvet aracı olarak kullananlar! İflas etmeyin. Eğer, bu dünyada iflas ederseniz buna bir türlü çare bulunur da, eğer Allah katında iflas ederseniz, buna bir çare bulunmaz. Ama ben bir şey diyeyim. Aslında, Allah katında iflas etmemek daha da kolayKur’ân-ı Kerîm’de hukūkullah tabiri geçmemekle birlikte birçok âyette hak (meselâ bk. el-İsrâ 17/26; er-Rûm 30/38; ez-Zâriyât 51/19), adalet (el-Bakara 2/282; en-Nisâ 4/58; el-En‘âm 6/152), kıst (en-Nisâ 4/127, 135; el-Mâide 5/8, 42; Hûd 11/85) ve zulüm (el-Bakara 2/279; en-Nisâ 4/10, 30; el-Hac 22/39) gibi kavramlar kul haklarıyla ilgili olarak da kullanılmıştır. Ayrıca birçok âyette insanların haklarına saygı gösterilmesi istenmiş, bu haklara saldırı mahiyetindeki tutum ve davranışlar yasaklanmıştır. İlgili âyetleri dikkate alarak Kur’ân-ı Kerîm’de kul haklarını biri insanların sahip olduğu maddî ve mânevî haklara tecavüz etmek, zarar vermek, diğeri dinî, ahlâkî ve hukukî hükümlerin onlara verilmesini gerekli kıldığı şeyleri vermemek şeklinde iki kısma ayırmak mümkündür. Bir kimsenin, her ne şekilde olursa olsun kendisine ait olmayan bir şeyi haksız yoldan elde etmeye kalkışması kul hakkına tecavüzdür. Nitekim insanların hırsızlık, ölçü ve tartıda hile yapma, emanete hıyanet, kumar, tefecilik, zimmet, irtikâp vb. gayri meşrû yollarla birbirlerinin mallarını yemeleri (meselâ bk. el-Bakara 2/188; Âl-i İmrân 3/161; en-Nisâ 4/29-30, 161; et-Tevbe 9/34; el-İsrâ 17/34-35); canlarına kıymaları (el-Bakara 2/84-85; en-Nisâ 4/92-93; el-Mâide 5/32); iftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lakap takma, suizan, kusur arama, gıybet gibi tutum ve davranışlarla başkalarının mânevî şahsiyetlerine zarar vermeleri (en-Nisâ 4/112; el-Hucurât 49/11-12; el-Kalem 68/11; el-Hümeze 104/1); inançları, dinî tercih ve yaşayışları üzerinde baskı kurmaları (el-Bakara 2/114, 174; el-A‘râf 7/86); onları yurtlarından yuvalarından uzaklaştırmaları (el-Bakara 2/84-85) Kur’an’ın yasakladığı ilk kısma giren kul hakları ihlâlinin örnekleridir. Bunun yanında Kur’an zenginlerin mallarında yoksulların da haklarının bulunduğunu belirtmekte (ez-Zâriyât 51/19; el-Meâric 70/24-25), pek çok âyette zekât ve zekât dışındaki malî yardımlaşma emredilmekte (meselâ bk. et-Tevbe 9/34-35; el-Fecr 89/17-20; el-Mâûn 107/2-3, 7), cimrilik eleştirilmektedir (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/180; en-Nisâ 4/37; el-Leyl 92/8). Kul haklarıyla ilgili bu genel buyruk ve yasaklar yanında birçok âyette özellikle kadınlar, akrabalar, komşular, çocuklar, ana babalar, yetimler, yolcular, sakatlar ve umumiyetle haklarını korumaktan âciz olanların hakları üzerinde de durulmuştur (meselâ bk. el-Bakara 2/83, 231-232, 241; en-Nisâ 4/2, 4, 6, 10, 19-21, 24-25, 34, 36; el-A‘râf 7/141; el-İsrâ 17/23-27, 34; Abese 80/1-10; et-Tekvîr 81/8-9). Kur’an’daki hak, adalet, kıst, zulüm gibi kavramlar hadislerde de sıkça geçmektedir. Ayrıca hadislerde mazlime ve mezâlim kelimeleri de kullanılmış, son kelime hadis, ahlâk ve hukuk literatüründe bir terim haline gelmiştir. Kul haklarını ihlâl mahiyetindeki tutum ve davranışları hem toplu olarak hem tek tek veya grup halinde zikrederek yanlışlığını, kötülüğünü, dünya ve âhirette doğuracağı zararları anlatan pek çok hadis vardır. Hadis mecmualarının hemen her bölümünde kul haklarıyla ilgili rivayetler yer almakla birlikte özellikle “mezâlim, ahkâm, hudûd, edeb veya âdâb, isti’zân, et‘ime, imâre, birr, büyû‘, ticârât, tevbe, hüsnü’l-hulk, husûmât, diyât, rikāk, zekât, zühd, fiten, nikâh” gibi başlıklar taşıyan bölümlerde kul haklarına ilişkin hadisler geniş yer tutmaktadır. Bunlardan kul hakları açısından ilke mahiyetinde olan bazı hadislere göre müslümanmüslümanın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz (Buhârî, “Meẓâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 32, 58; Tirmizî, “Birr”, 18). Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini din kardeşi, komşusu için de istemedikçe, komşusu onun kötülüğünden emin olmadıkça olgun bir mümin olamaz (Buhârî, “Îmân”, 7; “Edeb”, 29; Müslim, “Îmân”, 71-73). Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna eziyet edemez (Buhârî, “Edeb”, 31, 85; Müslim, “Îmân”, 74, 75). İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâʾil”, 66). Müslümanların kanları, malları, namusları ve şerefleri kendi aralarında kutsal Mekke kadar, hac ayları ve günleri kadar saygındır, dokunulmazdır (Buhârî, “Ḥac”, 132; Müslim, “Ḳasâme”, 29). Müslüman, elinden ve dilinden başka müslümanların zarar görmediği kimsedir (Buhârî, “Îmân”, 4-5; Müslim, “Îmân”, 64-65). Kul haklarını ihlâl eden kimseyi “müflis” olarak niteleyen Hz. Peygamber bunu şöyle açıklamıştır: Bu kişi âhirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır (Müslim, “Birr”, 59; ayrıca bk. Buhârî, “Meẓâlim”, 10). İslâm âlimlerinin çeşitli âyet ve hadislere dayanarak tesbit ettikleri büyük günahların (kebâir) çoğu kul haklarıyla ilgilidir. Bunlar arasında adam öldürme, hırsızlık, hıyanet, zimmet ve irtikâp, ana babaya kötülük etme, akrabalık ilişkilerini kesme, yalancı şahitlik, haklıyı haksız, haksızı haklı gösterme amacıyla yalan yere yemin etme, mâsum insanlara iftira etme, yetim malı yeme, tefecilik yapma, halk üzerinde zulüm ve baskı kurma, eziyet ve işkence etme gibi hak ihlâlleri de bulunmaktadır (Zehebî, s. 40-181). Bir hadiste Allah’ın huzurunda hesabı sorulacak olan günahlar affedilebilecek olanlar, affedilemeyecek olanlar ve affedilmesi şarta bağlı olanlar şeklinde üçe ayrılmıştır. Birincisinin kulun Allah’a karşı işlemiş olduğu günahlar, ikincisinin inkârcılık, üçüncüsünün de kul haklarından doğan günahlar olduğu bildirilmiş (Müsned, VI, 240), başka bir hadiste de üzerinde kul hakkı bulunan kimsenin hiçbir maddî bedelin geçerli olmayacağı kıyamet gününden önce hak sahibiyle helâlleşmesi istenmiştir (Buhârî, “Meẓâlim”, 10; “Riḳāḳ”, 48). İslâm âlimleri, bu tür hadislere dayanarak Allah katında kul haklarıyla ilgili tövbelerin kabul edilip günahların bağışlanabilmesi için bu hakların sahiplerine ödenmesi veya onların rızalarının alınması gerektiğini bildirmişlerdir (bk. TÖVBE). Ahlâk kitaplarının genel olarak fazilet ve rezîletlere, özellikle de adalet ve zulüm, dostluk ve düşmanlık, cömertlik ve cimrilik, hilim ve gazap, dürüstlük ve yalancılık, emanet ve hıyanet, ahde vefa, tevazu ve kibir gibi beşerî ilişkilere dair bölümleri geniş ölçüde kul haklarıyla ilgili konuları da içermektedir. Bunların içinde, kul haklarının gerek tasnifi gerekse mahiyet ve muhtevalarını ortaya koyması bakımından Gazzâlî’ninİḥyâʾüʿulûmi’d-dîn adlı eserinin “Çeşitli insan grupları arasında ülfet, kardeşlik, dostluk ve muaşeretin âdâbı” başlığını taşıyan bölümünün (II, 157-221) özel bir yeri vardır (ayrıca bk.
Köşe Yazıları
Yayınlanma: 20 Aralık 2021 - 11:00
Ey Kul Hakkına Girenler: Allah Kul Hakkını Affetmez!
Günlük hayatta bir Müslüman açısından söz ya da fiil anlamında bütün eylemlerde en fazla dikkate alınması gereken husus kul hakkı duyarlılığıdır
Köşe Yazıları
20 Aralık 2021 - 11:00
İlginizi Çekebilir