24 Kasım öğretmenler günü dolayısıyla öğretmenlerimizi yeniden hatırlıyoruz.
Öğretmenin kim olduğunu değil, benim gibi aradan çok süre geçse de hâlâ
öğretmenlerini hatırlayan kimselere sormayın. Ama öğretmenleri, şu son 10 ayda
koronavirüs sebebiyle bir türlü okula gidemeyen körpecik öğrencilere sorun.
Normalde öğrenciler öğretmenlerine karşı hep ön yargılıdırlar. Ama bana göre, bu
önyargı sadece laftan ibarettir. Geçen Şubat ayında okula gidebildiği hâlde şimdi okula
gidemeyen milyonlarca öğrenciye sorun, aynı cevabı alacağınızdan eminim. Hiç biri de, o
ön yargılı oldukları, ödev verdiğinde öfkelendikleri, dersi dinlemediğinde yediği azarlar
dolayısıyla kafalarında dolaşan bin bir türlü afacanlıkları düşündükleri o öğretmenlerini
özlemediklerini söyleyemezler. İşte öğretmen, tam da burada saklıdır. Öfkemiz,
haşarılığımız, afacanlığımız onların ne kadar değerli olduklarını gösteriyor aslında.
Onun için “Öğretmenleri sadece tebrik etmek mi lazım?” diye soruyorum. Sorduğum
sorunun cevabı bende de yok. Çünkü, öğretmenliğe değer biçecek, şunu şunu hak
ediyorlar, hadi verin bakalım diyecek bir değer ölçme aracı bulamadım. Eğer
bulmuş olsaydım, öğretmenliğin değerini düşürmüş, şanını incitmiş olurdum.
Ama yine de bir teselli, bir tebrik, bir saygı ve bir övgü olarak Kur’an’dan bir ayeti ve Hz.
Ali’ye (r.a.) atfedilen bir sözü hatırlatmayı da borç biliyorum.
Kur’an’da Zumer sûresinin 9. âyetinde “De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”’
diye buyuruluyor. Öylesine sade bir soru ki, cevabı da kendi içinde saklıyor: Elbette ki
bir olmaz. Elbette ki bilen, bilmeyenden daha da üstündür ve daha da değerlidir.
Peki bize, pek çok şeyi kim öğretti? En azından bilmeyi, öğrenmeyi, okumayı, yazmayı,
hesabı, düşünmeyi kim öğretti? Bilen bir kimse bu kadar değerli ise, o şeyleri bilmemiz
için gecesini gündüzünü bizim için harcayan o öğretmenlerimiz mutlaka çok daha ve
daha çok değerlidir.
Onun içindir ki, İslam dünyasında ilmin, yani, bilimin, bilmenin kapısı olarak kabul
edilen Ehl-i Beyt’in başı Hz. Ali’ye atfedilen şu söz, hep kulağımızda küpe olmalıdır:
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” Şimdi siz eğer, öğretmeniniz size sadece 29 harf
öğretti diye sadece alfabedeki harfleri sayıyorsanız yine yanılıyorsunuz. Bunu en
azından 29 üssü 29 diye hesap etmelisiniz.
Ben bunun nasıl bir sonuç çıkardığını bilmiyorum. Nasıl hesap edildiğini, edilse bile
önüme konulan sayıların nasıl söylenebileceğini de bilmiyorum. Çünkü
25676861531612 diye başladıktan sonra yan yana toplam 42 haneli bir rakamı
okumanız gerekiyormuş. Bir tanıdığımın hesabına göre sonuç şöyleymiş:
2.567.686.153.161.211.134.561.828.214.731.016.126.483.469
Dikkatinizi çekerim, 29 üssü 29’un sonucunun bu olduğunu da ona bir öğretmen öğretti.Onun içindir ki, öğretmenlerimizin değerini bilelim. Yukarıdaki hesaba ve Hz. Ali’nin
öğretmen değerlendirmesine göre kaç yıl, kaç öğretmenimizin kölesi olacağımızın
hesabını da siz yapın!
Öğretmenin kim olduğunu değil, benim gibi aradan çok süre geçse de hâlâ
öğretmenlerini hatırlayan kimselere sormayın. Ama öğretmenleri, şu son 10 ayda
koronavirüs sebebiyle bir türlü okula gidemeyen körpecik öğrencilere sorun.
Normalde öğrenciler öğretmenlerine karşı hep ön yargılıdırlar. Ama bana göre, bu
önyargı sadece laftan ibarettir. Geçen Şubat ayında okula gidebildiği hâlde şimdi okula
gidemeyen milyonlarca öğrenciye sorun, aynı cevabı alacağınızdan eminim. Hiç biri de, o
ön yargılı oldukları, ödev verdiğinde öfkelendikleri, dersi dinlemediğinde yediği azarlar
dolayısıyla kafalarında dolaşan bin bir türlü afacanlıkları düşündükleri o öğretmenlerini
özlemediklerini söyleyemezler. İşte öğretmen, tam da burada saklıdır. Öfkemiz,
haşarılığımız, afacanlığımız onların ne kadar değerli olduklarını gösteriyor aslında.
Onun için “Öğretmenleri sadece tebrik etmek mi lazım?” diye soruyorum. Sorduğum
sorunun cevabı bende de yok. Çünkü, öğretmenliğe değer biçecek, şunu şunu hak
ediyorlar, hadi verin bakalım diyecek bir değer ölçme aracı bulamadım. Eğer
bulmuş olsaydım, öğretmenliğin değerini düşürmüş, şanını incitmiş olurdum.
Ama yine de bir teselli, bir tebrik, bir saygı ve bir övgü olarak Kur’an’dan bir ayeti ve Hz.
Ali’ye (r.a.) atfedilen bir sözü hatırlatmayı da borç biliyorum.
Kur’an’da Zumer sûresinin 9. âyetinde “De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”’
diye buyuruluyor. Öylesine sade bir soru ki, cevabı da kendi içinde saklıyor: Elbette ki
bir olmaz. Elbette ki bilen, bilmeyenden daha da üstündür ve daha da değerlidir.
Peki bize, pek çok şeyi kim öğretti? En azından bilmeyi, öğrenmeyi, okumayı, yazmayı,
hesabı, düşünmeyi kim öğretti? Bilen bir kimse bu kadar değerli ise, o şeyleri bilmemiz
için gecesini gündüzünü bizim için harcayan o öğretmenlerimiz mutlaka çok daha ve
daha çok değerlidir.
Onun içindir ki, İslam dünyasında ilmin, yani, bilimin, bilmenin kapısı olarak kabul
edilen Ehl-i Beyt’in başı Hz. Ali’ye atfedilen şu söz, hep kulağımızda küpe olmalıdır:
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” Şimdi siz eğer, öğretmeniniz size sadece 29 harf
öğretti diye sadece alfabedeki harfleri sayıyorsanız yine yanılıyorsunuz. Bunu en
azından 29 üssü 29 diye hesap etmelisiniz.
Ben bunun nasıl bir sonuç çıkardığını bilmiyorum. Nasıl hesap edildiğini, edilse bile
önüme konulan sayıların nasıl söylenebileceğini de bilmiyorum. Çünkü
25676861531612 diye başladıktan sonra yan yana toplam 42 haneli bir rakamı
okumanız gerekiyormuş. Bir tanıdığımın hesabına göre sonuç şöyleymiş:
2.567.686.153.161.211.134.561.828.214.731.016.126.483.469
Dikkatinizi çekerim, 29 üssü 29’un sonucunun bu olduğunu da ona bir öğretmen öğretti.Onun içindir ki, öğretmenlerimizin değerini bilelim. Yukarıdaki hesaba ve Hz. Ali’nin
öğretmen değerlendirmesine göre kaç yıl, kaç öğretmenimizin kölesi olacağımızın
hesabını da siz yapın!